BALDIRAN ÇORBASI
Tayfun KARAKUŞ

Tayfun KARAKUŞ

BALDIRAN ÇORBASI

05 Kasım 2019 - 09:55 - Güncelleme: 05 Kasım 2019 - 10:04

Sahafları, kitapçıları dolaşıyorum. Yağmur serpiştiriyor. Az ötemde; kirli sarı yüzü, kapısı çokça karanlık bir han. İzbe insanlar, izbelerde dolaşıyor. Çokça aradıklarını bulmak, bir o kadar bulmamak için. Sahaf demek; yığın yığın unutulmuşluk, bir kenara atılmışlık demek!

Sadece kitaplar bir kenara atılan kitaplar mı? Sanmam; sahafların kendileri de öyle; saç sakal karışıklık, izbe insanlar, birilerinin gelmesini, gitmesini neredeyse umursamıyorlar.

Arıyorum, arıyorum yok yok! Nefes nefes kitap soluyorum, kitap tozu, insan tozu. Bir hayli vakit geçiyor; Neden sonra “Sokrates’in Savunması” gözüme ilişiyor. Yanında da Emekli Kurmay Albay Rahmi Apak’ın “Yetmişlik Bir Subayın Hatıratları” duruyor. Şeytanın işi yok, dürtüyor, iki kitabı da alıyorum.

Bir sahaf, bir sahaf daha; bir han, diğer han derken, çokça dalıyorum.

Ayaklarım kalabalık içinde tenha…

Şurada burada otomobil farı çakıntıları, parlak, süslü vitrinler; “Burjuva ev hanımı rolüne kendini kaptırmış aşüfteler” gibi  gelene geçene göz kırpıyor.

Anlıyorum, hal hal değil!

Bir yalnızlık ürpertisi, üşüme…

Haylaz talebelerin takıldıkları Sakara caddesinde kıyıda köşede kalmış çay ocağı ilişiyor gözüme. Oturuyorum, oturmuyorum da enkaz çöküyorum. Garsona, bir çay söylüyorum; hayret sektirmeden getiriyor. O meşum yalnızlık soğuk,  sıcak çayda duman duman tütüyor.

Talebeler arasında hararetli bir tartışma, harareti yüksek!

 Malum günün konusu; Barış Pınarı harekâtı, Trump’ın mektubu. Verilmesi gereken yanıtlar. Kimi iktidarı alt üst ediyor, yakasından tutup yerer seriyor, kimi de muhalefetin imiğini sıkıyor, soluksuz bırakıyor. 

Herkes kendince haklı…

Her biri ayrı telde, her biri kâh diplomat, kâh asker.

Yine dalıyorum.

“Sokrates’in Savunmasını açıyorum; ilk sahifede,  “bilmem kimden bilmem kime” yazılı, tumturaklı bir imza!

 İçim cız ediyor; sahafa düşen bir kitap, düşen kitap mı yoksa “bilmem kim mi?”

Eski kitaplar, müsveddeler hani canımı acıtıyor. Tuhaf hayal kırıkları; kristal kristal kırık özlemeler gelgiti yaşıyorum.

Kalın sesli bir talebe; bet bet konuşuyor. Adamvari bir ses; “Bilmem hangi belediye başkanını durduk yere içeri attılar. Kayyım atadılar. ABD ve batı özgürlük, insan hakları… Kürtçe, Lazca, Çerkezce…” saydırıyor da saydırıyor.

Sinsi bir huzursuzluk vehmindeyim, aranıyorum, zihnimi tarıyorum, nihayet Atilla İlhan çıkıyor bir yerlerden, kalın bir itiraz:

“Son üç yüz yılın bütün savaşlarını aşağı yukarı Batılılar çıkarmışlar, son ikisinde bütün yeryüzü halklarını da kendileriyle birlikte ateşe sürüklemişlerdir…”

“Hangi batı” diye soruyor şimdi Atilla İlhan…

Talebeler, çay ocağı ve Sakarya caddesi artık kozmopolit ayyaş tayfasına zimmetli…

Kalkıyorum, yağmur hala aynı yağmur!

Tanıdık tiksintimi de ahmak yengeçler gibi yan yan yürüyen sarhoşlara bırakıyorum.

Sokrates’i düşünüyorum, eski bir tanıdık gibi. Lise yıllarında öğrendik, tanıdık Sokrates’i taviz vermezliğini, çaresizliğini ve baldıran zehrini içişini…

Biraz dolambaçlı, çetrefil bir yaşammış Sokrates’inki…

Kimin değil ki?

Şimdi evdeyim…

Dört duvar tepkili kimsesizliğime; ya da bana öyle geliyor. Öbek öbek kitaplar, okunacaklar, okunmayacaklar; bir kuytuda unutulacaklar.

Gözüm Rahmi Apak’ın anılarına kayıyor; parmaklarım kitabı karıştırıyor. 

Rahmi Apak ki mütareke bıkkını; 93 Harbi’ni büyüklerinden dinlemiş, Balkan Harbi’nde ve dahi 1. Dünya Savaşı ile İstiklal Harbi’nde bulunmuş …

Hani geçmişte yaşanan acı günleri unutmak için söylenen ““O günler gitsin, bir daha geri gelmesin” sözünün nakarat haline geldiği vakitleri yaşıyor Osmanlı, Mehmetçik.

Balkan bozgunu.

Rahmi Apak, yayan yapıldak yürüyor. Üstte başta yok; Arnavutluk civarında yolu Mehmetçiklerle birlikte Bektaşi tekkesine düşüyor.

Orada uykuya yatıyorlar; sabahı yaşadıklarını anlatıyor Rahmi Apak:

“Sabahleyin kalkıp tekkenin avlusuna çıktım. Bir de ne göreyim; üç asker, altında ateş yanan bir tencerenin başına uzanmışlar, can çekişiyorlar ve inliyorlar. Elleri ve yüzleri mosmor şişmiş. Tencerede baldıran kaynatmışlar, bunu yemişler ve üçü de zehirlenmişler. Artmış baldıranların bir kısmı tencere içinde, bir kısmı yerlerde saçılı…”

Sokrates’i tanıyoruz, tanıyalım mahsuru yok arada bir de olsa   açlıktan Baldıran çorbası içen Mehmetçikleri unutmayalım.

Gel de Atilla İlhan’a sonuna kadar hak verme:
“Bilimciliğiniz onun yüz yıllardır uğruna gık demeden öldüğü, kılıç üşürüp at kopardığı kavramların üstüne işemesin.

Önce Türk olsun, Türk!”

 

Tayfun KARAKUŞ

Bir Memleket Sever

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Henüz Yorum Eklenmemiştir.İlk yorum yapan siz olun..

Son Yazılar